Sünnet zamanı şimdi.Erkekler sünnet olurken bütün dünyanın haberi oluyor. Erkek oluyorlarmış. İyi. Kanamamız başladığı zaman biz de kadın oluyoruz. Bilen var mı? Ama bizim kadın olmamız ayıp hem de çok ayıp. Erkekler bilmeyecek.Kimsenin haberi olmayacak. Bu dünyanın en sinir işi ile yalnız başımıza uğraşacağız. Üstelik erkekler ucundan azıcık bir kereye mahsus olmak üzere et kopartılıyor diye ortalığı koparıyorlar.Bizdeki çile her ay. Neyse konu bu değil,kaptırdım kendimi, oysa sünnet maceramı anlatmak istiyorum sizlere…

6 yaşımda iken Mardin’in Derik ilçesinde başladığım ilk okuldan sonra Kocamustafapaşa İlkokulunda eğitimime devam ediyorum.İlk günler zorlandığımı hatırlıyorum. Okulda Türkçe konuşmamıza rağmen ben çocuklarla takır takır Kürtçe konuşuyordum. Üstelik dil konusunda anneme fark attığımı bilerek inadıma yapıyordum.Sonra babam İstanbul’a tayin oluyor.Koca Mustafapaşa’da bahçe içinde bir evimiz var. Koca Mustafapaşa’da okuldan eve,evden okula yürüyerek gidiyoruz. O zaman ayağımızın altında servisler yok. Okula gitmek bile farkında olmadan bir spor, bir keyif, bir öğrenme aracı,sosyal bir iş. Ben her gün derslerin yanında yeni yaramazlıklar öğreniyorum ve eve genellikle birileri beni kovaladığı için koşarak geliyorum. Annem hayretler içinde beni izliyor;sakin ve uslu kızı giderek değişiyor.Babam memnun. “Benim kızım erkek gibi” diyor. Erkek olmak bir marifet ya,bu erkek toplumda. Üstelik de asker olduğu için en erkek o. Ben babamın gözüne daha çok girmek için iyice erkek oluyorum.Hep ayağımda pantolon ve elimde çevirdiğim bir zincir,dudaklarımda da ıslık. Sabahtan akşama kadar da tükürme talimleri yapıyorum. Dişlerimin arasından fırt diye en uzağa tükürmeliyim.

Fakat daha da ciddi bir durum var.

Birinci sınıfı bitirdiğimiz sene,erkek arkadaşlarım sünnet olmaya başladılar. Evimize çok yakın olan Aynur sineması var. Yazın cambazların geldiği,fasılların yapıldığı bir açık hava sineması. Orada toplu sünnetler yapılıyor. Evimiz caddenin üzerinde. Ben de geçen arabaları görüyorum. At arabaları eşya yüklü.(Eskiden İstanbul’da da çocuklar at arabaları ile sünnet olmaya giderdi. Bugünkü gibi marka arabalarla değil.) Yataklar ve parlak yorganlar gidiyor Aynur sinemasına. Beyaz giysileri ve şapkaları,asaları ile sünnet çocukları faytonlara doluşup evimizin önünden geçiyorlar.

Ben utanarak da olsa annemin ısrarı ile onları ziyarete gidiyorum. Hediyeleri görüyorum gidince de…. Kocaman,kafaları kadar Nacar marka saatler takıyorlar kollarına. Eve gelince “Ben de sünnet olacağım” diye kıyameti koparıyorum.Annem ne dese boş.Ben de kafam kadar saat istiyorum.Dinlemiyorum annemi. Dinlesem anlayacağım ama dinlemek işime gelmiyor. Sonunda annem bana kafam kadar kocaman,uyduruk bir saat alıyor ve evde yatağa giriyorum. Yorganım parlak.Sünnet yorganı. Evimizin önünden geçen erkek çocuklarınki gibi.

Gizlice sünnet olmuşum gibi yapıyoruz.Annem her şeyin kusursuz olması için hokkabaz oluyor. Nasıl da mutluyum.Kikirdiyoruz annemle.. Oh!İşte bu! Yattığım sünnet yatağımda “Babam beni daha çok sevecek.Saatim bile var,bir de uzağa tükürebilsem” diye düşünüyorum kız halimle.

Şimdi sünnetler de bozuldu. Erkek çocuklar anaları ve babaları nedeniyle işi iyice abarttılar. Nacar saat kesmiyor. Sandıklar konuluyor şimdi armağanlar için. Çocukların gelecek bin yılını garantiye almak için. Ama olsun. Biz daha mutluyduk.