Kaybetmek öğrenilir. Tıpkı her işi öğrendiği gibi kaybetmeyi de öğrenir insan. Ama bunu da kendi kendine öğrenmez. İnternetin tuşlarına basarak veya bir film izleyerek öğrenilmez kaybetmek. İnsan, insana kaybetmeyi öğretir.

Kaybetmek iyi bir şey değildir. Çantasını kaybeden insan üzülür. İçinde ona ait olan evraklar ve parası vardır. Ama çantadan kaybolanları yerine koymak olasıdır. Çantasını kaybeden insan kendisini suçlar, daha dikkatli olamadığı için. Bu da onarılması mümkün olan bir duygudur.

Aileyi kaybetmek iyi gelmez insana. Çanta kaybetmekle kıyaslanmaz bile.. Yerine koyulması zordur. Zor değil olanaksızdır. Çokça karşı tarafı, sonra da kendisini yargılar kişiler. Ama ya çocuk? Kimin suçudur ayrı dünyalar olmak.. Boşanan anne ve babayı bir kez daha birleştirmek, sadece onun veya diğerinin değil, ikisinin birden çocuğu olmak artık mümkün olamaz.Kayıp,çok büyüktür.

Çocuğunu kaybetmek de kötüdür. Hem de çok kötüdür. Yeniden çocuk sahibi olursunuz ama gelen çocuk, giden çocuk değildir. Diğerinin acısını taş gibi taşırsınız içinizde.

Sevgiliyi kaybetmek kolay mıdır sanki? Hiç de kolay değildir. Canınız yanar. İçiniz o kadar acır ki, o kadar olur. Ağlarsınız, ağlarsınız.. Giden gelmez. Gelse de “o” artık “giden o” değildir. Ya dostları kaybetmek? Kısaca kaybetmek hiç de kolay değildir. Oturup ağlayalım mı? Hep ama hep ilenelim mi?

Sorun bence kaybetmekte değil de kaybettikten sonra alacağınız tavırdadır.

Her kayıptan sonra hayatta kalmak başarısını yeniden gösteririz ve “ hayat devam ediyor “ deriz. Devam eden hayat bizim dışımızda değildir ki. Biziz aslında devam eden. “Biz devam ediyoruz.”Kayıplarımızla barışmayı öğrendiğimiz zaman, kayıplarımız kazanç olmaya başlar. Sahiplenme duygularımıza ket vurdukça kaybetmenin acısı da azalır içimizde. Sahiplenme duygularımıza nasıl engel olabiliriz ki. Sevince sahipleniriz, bizim olsun isteriz. Hem de azı değil, hepsi bizim olsun isteriz.”Ya benimsin ya da kara toprağın.” İşte tam da budur. Kaybedince de krize gireriz. Kaybedince kör oluruz ve önümüze yeni gelene sırtımızı döneriz.

Çocuklarımızla oyun oynarken, güreşirken hep altta kalırız. Onların kazanmasına izin veririz. Kendilerine güvenleri gelsin diye. Doğru mu yapıyoruz acaba? Hayat hep kazanmak mı? Kaybetmenin karşısındaki duruşu ne zaman öğrenecek. Önünde zaman vardır ve öğrenir diye düşünmemeliyiz. Kızmabirader oynadığımız zaman bir oyunu ona verdikse diğer oyun mutlaka bizim olmalı. Bilgisayar oyunlarında öldürdükçe kazanan çocuklarımıza, öldürmeden de kazanılabileceğini ancak biz öğretebiliriz.

Kardeşleri olan çocuklar için için dertlenirler. Etrafın algıladığı gibi hiç de sevinmezler kardeşlerinin geldiğine. Başta isteseler bile kardeş gelince mutlu olmazlar. Zira bir kardeş kazandıklarını değil,anne ve babalarının ilgisini,sevgisini kaybettiklerin düşünürler. Anne ve babanın mı? Tüm ailenin sevgisi yeni gelen beceriksiz çocuğa yönelmiştir. Duruma zaman içinde alışır birinci çocuk. Kaybetmeyi öğrenir. Anne ve babanın salt onun olmadığını öğretir. Kardeş ona öğretir.

Dersleri her zaman iyi olan bir çocuk kötü not almaktan korkar. Sevilme nedeninin, gösterdiği başarı olduğunu sanır. Kötü not aldığı zaman sevgiyi kaybetmekten korkar. Oysa başarısızlıklar, kendimizi yeniden gözden geçirmemiz için bir fırsattır. Ne öğretmene kabahat bulunmalı ne de çocuklarımız iyi not alan öğrencilerle kıyaslanmalı. Tabii ki insanlar başarıları için sevilirler ve övülürler ama başka özellikler de vardır sevilmek için.

İnsanların kaybederek de zenginleşebileceği gerçeğini çocuğumuza değer olarak vermeliyiz. Herkes sadece ve sadece kendisi için ve kendi bildiği kadar yapabileceğinin ayırdında olmalıdır.

İnsanlar her zaman aptal, değersiz, işe yaramaz oldukları için kaybetmezler. Bazen başaramazlar, mesele bu kadar basittir. Yeniden denerler, yeniden denerler,başarırlar. Bütün sorun, Üstün Dökmen hocanın dediği gibi “hayata yerleşmek” dir.Siz koltuğunuzda arkaya yaslanıp oturmuşsanız,sağlamsa duruşunuz,kalktığınız zaman gene aynı rahatlıkla gömüleceğinizi biliyorsanız o koltuğa üst tarafını boş verin. Hayatımızın macera değil, maceralarımızın hayatımız olduğu gerçeğinden hareket ederek,keyif alabilirsiniz her şeyden.

“Ben hiç özür dilemem” demenin bir gurur değil, aptallık olduğunu çocuğumuz ancak bizden öğrenir. Her kayıpta suçu başkasına atmanın erdem olmadığını daha o küçücükken bilmeli. Doğruyu söylemenin, kendisi için, kayıp olmaması gerektiğinin bilincine varmalı. Oyunda kazanmak kadar kaybetmenin de doğal olduğunu bilen çocuklar geleceğin hoşgörülü yetişkinleri olacaklardır. “Bir şarkı istedim, çalmadı.VURDUM” diyen kocamanlar da bir zamanlar çocuktu.

Hepimizin dibe vurduğu zamanlar vardır. Önemli olan dibe inmek değil, çıkarken elinizde ne kadar kum olduğudur.Avucunuza bakın,hayat orada duruyor.