Arkadaşlar ben Çin’e gittim.Çin nereden çıktı derseniz,çok basit,Çinde dostlarım var.Bu dostlardan biri Şanghayda,diğeri de Şenyengde.Şenyengde Senem var.Kadim dostum Nevin’in kızı.Şanghayda da gene Nevin’in elinde büyüyen Ayşegül.Nevin ile el ele tutuştuk ve gittik.Ben biletimi taaa Ocak ayında almıştım.Telaşeyim ya.Daha önümüzde 4 ay var derken,dört ay pıt diye geçti ve uçtuk.Hem de tam 15 gün kaldım.

Seyahat 7 Nisanda başladı. 7 Nisan gece yarısı bindik uçağa.Ben kolay kolay oturamam, 4 saat sonra coştum zaten.Dikildim ama yapılacak bir şey yok,kapılar kapalı.Az biraz kıpırdadım ve gene oturdum.9 saatin sonunda tekerlekler yere bastı ve Çin’e geldik.Pasaport sırasına girdik ama çıkamadık.Zira bize vize alan delikanlı ticaret vizesi almış.Bize Çinliler hangi firma için geldiğimizi sorunca ben Çinceyi sökmeden önce İngilizcemi hatırladım.Bir döktürüyorum arkadaş.Can havli dedikleri bu olsa gerek.Kuzen burada diyorum. Kendisi 6 yıldır Çinde çalışıyor ve mimar diyorum. İstersen telefon et diyorum ve Çinli aptallaştığı için geçiyoruz. Ben bin sene önceki filoloji diliyle konuştuğum için adam herhalde beni Shakespeare’nin hısımı sandı.Geçtik pasaporttan ve Ayşegül’ün Çinli şöförü Lin bizi karşıladı.Herşey yolunda gibi.A6 bir  Audiye kurulduk ve aynı anda benim de karnım guruldamaya başladı.Rezalet.Pasaportta yaşadığımız sıkıntı barsaklarıma vurdu.Trafik rezalet.Gene en müthiş ingilizcemle eve ne kadar olduğunu sordum ve 45 dakika yanıtını aldım. Az daha dayandım ama Audiye yazık olacak. Lütfen en yakın tuvalete yani en azından bir otele götürülüp götürülemeyeceğimizi sordum ve Lin “yes,yes” dedi. Otobana çıktı. Çok şanslıyım ki Ayşegül aradı.Durumu anlattık.O da şöföre anlattı ve şöför anladı. Beni anlamadığını o zaman anladım.Çinlilerle tarzanca konuşmak gerekiyormuş. İngiliz filolojisi dili sökmüyor. Doğru bir benzinciye çekti Lin. Atladık arabadan ve benzincideki adamlara bildiğimiz tüm dillerde tuvalet dedik ama bize çok güldüler. Benzincinin bir odasında dans eden bir kız gördük,o bizi anladı. Sonuçta tamirat halindeki 2. kat tuvaletine gittik. Çinde tuvaletler alaturka.

Eve vardık,öpüş kokuş oturuştuk ve ertesi gün yu garden’e gittik.Mink hanedanının bahçesiymiş orası. Köprüler,çiçekler ve çiçekli ağaçlar ve taşlara oyulmuş heykeller ve budalar. Sakin bir yer olabilir ama Çinlilerin hepsi orada.

Şimdi Çin günlerine devam etmek için şöyle bir yol izlesem diye düşünüyorum;sizlere başlıklar halinde anlatsam belki benim için daha kolay olacak ne dersiniz? Sizin için de takip etmek daha kolay olacak.

Yaşam tarzlarından başlayayım; sabah çok erken kalkıyorlar. Sabahın köründe 6 gibi.Okullar da erken başlıyor. Bu kadar erken kalkıp da yatakda dört dönmüyorlar.Dışarı fışkırıyorlar.Yürüyorlar,spor yapıyorlar, en yakındaki ağaçlara sarılıyorlar,ağaçlara sırtlarını dayayarak duruyorlar veya sadece duruyorlar. Sokaklarda birlikte spor yapıyorlar. Okula giden çocuklar da önce spor yapıyorlar ve sonra derslere giriyorlar. Sonra da bisikletlerin veya elektrikli motosikletlerin tepesinde işlerine gidiyorlar. Herkes öğle yemeğini hazır yiyor. Yani bütün sokaklar lokanta. Etraf inanılmaz kokuyor. Bol sarmısak ve her türlü baharat. Çok ama çok rahatlar.Erkeklerin sağ veya sol ellerinin serçe parmaklarının tırnakları uzun. Burunlarını karıştırmak için pratik bir yol bu. Alet kullanırmış gibi. Parkların yanından geçerken sidik kokuyor. Bir gün kadının birinin çalının arkasına çişini yaptığını görünce anladım kokunun nedenini. Bir gün de kocaman bir AVM’ nin giriş kapısının yanında bir anne,yere kara bir alışveriş poşeti koymuş,oğluna kaka yaptırıyordu. İnanılmaz ama doğru. Zaten bütün çocukların pantalonlarının arkası açık. Yırtık gibi. Ben önce yırtık sandım sonra kavradım ki çiş ve kaka için kolaylık. Akşam işten çıkan Çinliler doğru evlerine gidiyorlar ve en geç saat 18.00 de yemek yiyorlar ve 21.00-21.30 gibi yatıyorlar. Erken yatmayanlar veya yatmadan önce sokaklarda olanlar da herhangi bir yerde bisikletlerinden inip müziklerini açıp meydanlarda dans ediyorlar. Google,gmail,face,twitter yasak.Zaten her şey yasak. İzin verilen TV kanalları ve izin verilen  internet siteleri var. Nefes alışları bile kontrol altında. Ama ne gam,çok mutlular. belki de her boku bilmedikleri için mutlular. Boşuna bizim büyüklerimiz şanghay beşlisine girmek istemiyorlar.

Trafik ürkütücü. Yollar 4 geliş ve 4 gidiş ve meydanlar ve dönemeçler ve bisikletler ve akülü motosikletler ve herkes çok hızlı. Ama çarpışmıyorlar.Şaşırtıcı bir şekilde çarpışmıyorlar. Ben takside giderken yüreğim ağzımda. İnince Çin toprağını öpesim geliyor. O kadar yani. Yayalara saygı yok.Üstünüzden geçebilirler. Trafik işaretleri de çok güvenilir değil,tam geçerken beklenmedik bir yerden motosikler çıkabilir. Bu arada motosiklet sesi yok. Çıt çıkmıyor. Akülü. Kimsenin aklına da yasağı delmek gelmiyor.

Alış veriş çok basit.100 lira mı dediler,siz 10 lira diyeceksiniz ve 15 lirada anlaşacaksınız. Herşeyin taklidi var. Her yer çarşı,her yer pazar. Kızlar altlarına mutlaka tayt giyiyorlar ve üstlerinde de mini etekler. Siyah tayt,üstüne pembe etek,altına sarı ayakkabı ve ellerine yeşil çanta alabiliyorlar. Ciddi söylüyorum. Bu kadar da abuklar. Kafalarında da özellikle gençlerin, mutlaka bir kurdele var. Toka var. Süs seviyorlar.Topuklu ayakkabılara bayılıyorlar.

Şişman Çinli yok. Ama o kadar çok yemek yiyorlar ki şaşırıp kaldım. Hem yiyorlar hem de sıskalar. Kilo vermek için kendimizi uydurmaya çalıştığımız alışkanlıklar var ya,Çinlilerin doğal hayatı. Sabah kahvaltıları akşamdan kalan her çeşit yemek. Öğle yemekleri sokaklarda ama basit yemekler. Akşam yemekleri erkenden yeniyor. Her yemekten önce mutlaka ufacık fincanları ile yeşil çay içiyorlar. Nerdeyse herkesin elinde bir termos ve içinde ot-çöp. Bütün gün içiyorlar. Yemek öncesi çoğu lokantada sıcak su geliyor içmek için. Bildiğiniz sıcak su. Zaten su sebillerinde de sıcak ve normal su muslukları var. Soğuk su yok. İçmiyorlar. Yemeğin hemen üstüne mutlaka meyva yiyorlar ve genellikle de kavun yiyorlar. Ama tam da yemeğin üstüne yiyorlar. İki saat sonra değil. Ciltleri ışıl ışıl. Kızların vücutları çok güzel. Model gibiler. İncecikler. Erkekler de incecik. Yiyip yiyip sıska kalıyorlar. Sinir bir durum yani. Ben gene kilo aldım.

Ne mi yiyorlar bu sıska Çinliler? Basit yiyorlar.Tıpkı yaşadıkları gibi basit yiyorlar. Sıcak bir tencere suyun içine aklınıza gelen tüm sebzeleri atabiliyorlar ve 10 dakika sonra da çıkarıp yiyorlar.Suyunu da içiyorlar. Her yemeğin yanında haşlama pirinç var.Yani pirinç  şişmanlatmıyor. Yiyin. Noodle sulu bir şekilde hazırlanıyor ve bol sebze var içinde. Nasıl şişmanlasınlar? Herşeyi yiyorlar uzun lafın kısası. Suşi de var ama zenginler için. Fukaraların suşi yediğini görmedim doğrusu.

Yeşil çay da onlar için bir fantazi değil. Hayatlarının bir parçası. Tıpkı bizim çay gibi erken hasat var,geç hasat var,kuruma şekillerine göre var,var da var. Her çay dükkanında  çay hazırlama ritüelleri var. Ömre bedel ve görülmeye değer.

Şehirler gündüz pek parlak değil. Gökdelen dolu her taraf. Gri ve koyu ve yüksek herşey. Ama gece muhteşem. Her yer,hem de her yer renkli. 30 katlı gökdelenler ışık içinde. Ağaçlar,parklar,sokaklar her yer led ışıklarla donanmış. Çinde bence kentleri geceleri görmek gerek. Şanghaydaki nehir gece tam bir seyirlik.

Çin’e gidip  de Pekin’i görmemek olur mu?Tian an men meydanını görmeden,Gu gong sarayını görmeden,Mao’nun mozolesini tavaf etmeden Çin biter mi?Ben de bitirmedim zaten ve San Li Tun meydanı dahil her yeri dolandım.

Pekine Şenyeng’den trenle gittik. Hani o hızlı trenleri var ya onunla. Tren saatte 285 km hızla gidiyor. Zırt diye gidiyor. Çok da iyi oldu. Zira ne kadar anlatılırsa anlayamazdım kırsal kesimde yaşanan hayatı. İnanılmaz bir yoksulluk var. Kerpiç evlerde dipdibe yaşıyorlar.Küçücük evler birbirlerinden bir duvarla ayrılmış. Tarlaları eşek veya katırla sürüyorlar. Şaka değil gerçek. Gördüm yani. Makina yok denecek kadar az.

Pekin’de trenden akşam saat 19.00 da indik. Ortalık karanlık. Otelde yerimiz hazır ama otele gitmek sorun. İngilizceyi neredeyse  hiç kimse bilmiyor. Ülkemde bilmesek bile yardımcı olmaya çalışırız. Öyle bir sıkıntıları da yok. Dönüp gidiyorlar. Kalakalıyorsun. Neyse trenden indik ve taksi aramaya başladık. Biri yanımıza yaklaştı ve “taksi yes,yes taksi ” dedi. Ben işi söktüm ya,uzun cümle yok. “Taksi,yes,hotel” dedim. Adam anında söktü ve en koca valizi alarak bize “go” dedi. Biz “go”ttuk adamın peşinden. Sandık ki o adam taksi şöförü ve bizi yol kenarındaki arabaya götürüyor. Fakat o da ne,ara sokaklara daldık. Çin mahallelerinin arasından geçiyoruz,film gibiyiz. Adama vazgeçtik desek geri de dönemeyeceğiz. kaybolup gideceğiz Pekin ellerinde. Huzursuz olduğumuzu anladı ve bize belindeki anahtarları sallayarak gösterdi “my car “dedi. Nerden belli onların dolap anahtarı olmadığı. Artık yapacak bişey yok. Bir ara Nevin ciyakladı “hem de en büyük bavulu alıp gidiyor” diye. “Nevinciğim,gittikse gürültüye biz gittik,çakmışım bavula” dedim ki bir arabanın önünde durdu. Ara ve dar bir sokak. Bizden başka kimse yok. Valizleri koyduk ve arabaya bindik ve bildiğimiz duaları okurken otelin adresini gösterdik. “Yes” dedi ve gaza bastı. Yolu iki kere kaybedip bir kere de diğer bir arabaya vurma tehlikesi atlattıktan sonra Pekinli korsan taksi şöförü ile otele geldik.

Çin olur da masaj olmaz mı? Nevin hep anlatır bir adamının olduğunu ve onun masajına bayıldığını. Ben hem masaj severim hem de Çindeyim. Asla kusur kalmamalıyım diye düşündüm.Adamı aradık ama taşınmış.Şehrin taaa öte ucuna gitmiş. Fakat bizim için randevu verdi ve eski yerinde  kabul edeceğini söyledi. Güç bela adamla buluştuk ve çok pis bir binadan içeri girdik.Önümüze plastik terlikleri koydu ve ayakkabılarımızı çıkarmamızı işaret etti. Şaka gibi.Rezalet pis bir merdivenlerden çıkarak terk edilmiş ama iki masaj masasının olduğu bir odaya girdik. Masaj masalarının üzerinde en kirli çarşaflar serili. Değil şifa bulmak,kolera olacağız. Mikrop kapacağız ve her yerimizde çıbanlar çıkacak. Önce Nevin uzandı Cerrahpaşa acil servis koğuşunun sedyesi  gibi olan masaj masasına. Bir saat sonra kalktı. İnin inim inliyor ama çok iyi geldiğini söylüyor. Ben sadece ayak masajı istedim. Sakince yattım. Üzerime bir de amele yorganı gibi bir yorgan örtmesin mi? Tam pislikten bayılmak üzereyim ki ayağımın baş parmağını sıkması ile ben zırt diye dikildim.Benim her iki ayağımın tarak kemikleri sürekli kırıldığı ve bağları koptuğu için hani rahatlıyayım istiyorum. Mümkün değil.Adam benim tabanımdan geçen tüm sinirleri kanırttı.Tabanımdan cin çarpmış gibi oldum.  Ayağımı çekiyorum ama kurtaramıyorum. Gerisini çok net hatırlamıyorum.Acıdan hissizleşmiş olmalıyım. Tam bir saat sonra kalkmamı istediği zaman dikilip o kirloş plastik terlikleri kuştüyü pantufla gibi giydim. Ayaklarımın altı bir hafta yara gibi acıdı. Nevin iki gün sonrasına gene randevu aldı.Randevu saati geldi ama ben gitmedim. Çin de masaj hayatımı tek celsede kapadım.

İşte böyleyken böyle.

Maceralarımdan aklımda kalanlar bunlar.

Çin apayrı bir dünya.Daha doğrusu dünyanın doğusu apayrı bir dünya.