“Bir annenin en hassas noktası çocuğudur. Onunla ilgili doğru kararları verdiğinden emin olmak ister. Çocuğu konusunda danışmaktan ve fikir almaktan çok hoşlanmaz aslında anne, içgüdüsel olarak kendinin en doğru kararı vereceğini düşünebilir.

Eğitim uzmanlarının bu noktada anneye yaklaşımı o kadar önemli ki.

Ben de bir anne olarak bunu göz önünde bulundurdum ve sizler için Okul Öncesi Eğitim Uzmanı Güvem Pınar Türe ile anneler, babalar ve çocuklar ile ilgili sohbet ettim.

Ben kendisine hayran kaldım, sizinde kalacağınıza eminim.
Keyifle okumanızı diliyorum..

Özgeçmişinizi okuyunca, yaptığınız çalışmalara bakınca kendinizi çocuk eğitimine ve aileleri bilinçlendirmeye adadığınız çok net.

Kader.. kader diyeyim ben. Böyle gelişti. ☺

Nasıl başladı bu hikaye?

Liseyi bitirdim sonra çalışmaya başladım. Hem üniversiteye başladım hem çalışmaya başladım. SHÇEK’in Zeytinburnu’nda bir yuvası açılıyordu. Ancak bu Türkiye’de açılacak olan tek yuvaydı, zaten başka da böyle bir şey yapılmadı.
Neden yapamadılar, çünkü orası SHÇEK’ adına İsveç, Norveç, Danimarka, İngiltere ve Kanada’nın yardım ettiği ve açtığı bir yuvaydı. Öyle bir yuvaydı ki orası, o zaman kız meslek liselerinin çocuk gelişimi bölümü falan yoktu tabii, Türkiye’de ilk defa okul öncesi eğitime öğretmen yani grup lideri yetiştirilecek eğitmenlerin gelip eğitti kişiler tarafından kurulacak bir yerdi.
Benim de İngilizcem o zaman iyi, milattan önce tabii bu söylediğim şimdi hepiniz İngilizce, Fransızca falan mastır yapıyorsunuz, o zaman böyle bir şey yok, İngilizce bilen adam parmakla gösteriliyor.

İngilizce bilen biri gerekiyordu çünkü bir yabancı grup lideri, bir Türk grup lideri var. Ben önce Sultanahmet’te bir yuva vardı orada başladım ne olup bitiyor diye bir görmek için, sonra altı ay boyunca her gün günde 8-9 saat yabancı okul öncesi eğitim uzmanlarından eğitim gördük. Ve ondan sonra onlarla birlikte işe başladık.

Neden Zeytinburnu’nda başladık, İstanbul’un en çok göç alan yeriydi Zeytinburnu 60’larda. Sonradan her yer gecekondulaştı ama orada ilk kontrplak evler vardı. Ayağımızda lağımcı çizmeleri ile dizimize kadar çamurda sokak aralarına girer ziyaretler yapardık, çocukları izlerdik, veli eğitimleri yapardık. Böyle başladık, Türkiye’de yoktu bunlar.

Anadolu’dan gelen 10 tane başarılı kız öğrenciyi yetiştirmek üzere yatılı olarak aldık. Yurt dışındaki üniversiteden hocalar geliyor eğitime ve pratiğinde bizim yuvada yapıyorlardı. İlk çıkış noktam buydu.

Daha sonra buraya devam ettiniz mi?

Daha sonra ben filoloji okudum, bununla ilgili okumadım, çünkü “Ben zaten bu işin içindeyim ve hayatım bununla geçiyor” diye düşündüm ve üniversitede İngiliz Dili Ve Edebiyatı okudum ama hiç bu işlerden de vazgeçmedim, uzak kalmadım. Çok kısa bir dönem öğretmenlik yaptım. Ancak 23 yaşımdan beri bu konuda yönetici olarak çalıştım.
Peki yaptığınız projelerde annelere mi çocuklara mı birincil yardımınız?

Annelere. Çocuklar işin kandırmacasıdır, tabii ki çocuğa yardım ediyorsun ama. Şöyle düşünelim, anneyi tamamen devre dışı bırak, çocuğu alalım, çocuk zaten günde 8 saat bizimle birlikte ona 8 saatte bizim davranışlarımızı öğretmeye çalışalım. Peki evde bunlar değişmeyip pekişmedikçe neyi sağlıyorsun ki ? Hiç bir şeyi !
Babanın eğitimi de değil, annenin eğitimini sağlarsak, onunla işbirliği yaparsak, annedeki bilinci yükseltirsek önce aile değişiyor, sonra çevre değişiyor daha sonra çok daha geniş bir çevre değişiyor. Bunu çok somut olarak Anne-Çocuk Eğitim Programında gördük.

Anne inanmazsa buna çocukta da hiç bir değişim olmaz mı ?

Hayır hiç bir şey olmaz.

Anne ve Baba çocuğun hayatında bambaşka yerlere mi sahiptir sizce?

Farklı tabii özellikle Türkiye’de çok farklı. Anne koruyan, kollayan, esirgeyen, besleyen, giydiren, seven okşayan. Baba parayı kazanan, otoriter yani model bu. Bu model değişiyor mu değişiyor, nerede değişiyor? Ekonomik durumu ortanın üzerine çıkmış ailelerde bu durum biraz daha farklılaşıyor. Baba modeli bulaşıkta yapıyor, yemekte yapabiliyor. Bazı aşağı kesimde de değişiyor, nerede değişiyor anne çalışıyorsa değişiyor. Annenin çalışmadığı durumlarda anne köle İsaura.

Peki, bizim ülkemizde bunun değişmesi sizce doğru mu? Yada şöyle sorayım anne ve baba eşit mi olmalı çocuğun gözünde ve hayatında ?

Yok, hayır hayır, hiç kimse eşit değil. Ne kadınlar eşit, ne kadınlarla adamlar eşit, hiç bir şey eşit değil ama kimse kimseyi ezmemeli. olay bu, çocukta bunu hissetmeli. Yani annenin sıkı sıkıya sopa yediği bir ortamda çocukta ya karısını dövecektir, ya çocuğunu dövecektir.

Sizce her kadın anne olabilir mi? Her kadın anne olabilme özelliğine sahip midir? Böyle bir özellik var mı?

Her kadın doğurabilir, doğurgandır. Anne olmak başka bir şey.

Ne gibi özellikleri olması lazım, anne olabilme özelliği diye bir kavram var mıdır?

Sevmek lazım. Eğer kendini seviyorsan, kendinle barışıksan, başkaları ile barışıksan ve sevebiliyorsan annede olabilirsin. Ben bir yazımda, sanırım kitapta o yazı yok o yeni bir yazı, bir üvey anne üzerine yazdım. Yani üvey anne olmaz insanlar, üvey anne diye bir şey yok. Bir takım kadınlar vardır, bunlar sevgisiz kadınlardır kimseyi sevmiyordur, kocasını da aslında sevmiyordur, yalandır, çünkü eğer kocanı seviyorsan kocanın çocuğunu da seversin. Üvey anne kimdir ? Sevmeyen kadındır.
Eğer seviyorsan ve empati kurabiliyorsan, tabii ki daha iyi anne olunabiliyor. Her şeyin özü sevgi ve empati kurmak.

Sizin de bir çocuğunuz var, siz de anneliği tattınız. Çocuğunuzun doğduğu, onu kucağınıza ilk aldığınız ana. Asla yapmam, şimdiki aklım olsa dedikleriniz, keşkeleriniz, iyikileriniz var mı?

Hiç bir şey yok, hiç bir şeyim yok!
Neden yok, Can benim ikinci çocuğum. Bir tanesini kaybettim. 5,5 yaşında Lösemi hastalığına yakalandı ve 7, 5 yaşında kaybettim. Çocukları çok sevmeme rağmen 6 sene sonra ancak tekrar bir çocuk sahibi olabileceğime karar verebildim. Neden? Onu üzmeden bakabileceğime kanaat getirdim. Çünkü hemen Zeynep’in ölümünden sonra Can olsaydı, Can mutsuz bir çocuk olabilirdi.
Sürekli gözünün altına bakardım, hemoglobini kaç, tırnağı morarmış mı, tabanı beyaz mı sarı mı kontrol ederdim. Nitekim çocuklarla çalışmaya devam ediyorum o sırada, Zeynep’i kaybettim işi bırakmadım tabii ki, tam tersi daha da sarıldım. Çocukları da sürekli kontrol ediyorum bu sırada, hastalar mı bir şeyleri var mı diye. Grip oluyorlar, acaba bu grip mi başka bir şey mi diye düşünüyorum falan. Ben yarı yarıya doktorum aslında, Zeynep’in hastalığında doktoru Gündüz Gedikoğlu demişti ki bana “ Sen Tıbbiye 2’yi bitirdin.” Çünkü insan başına ne gelirse onu öğreniyor.
Ama 6 sene sonra çok isteyerek doğurduğum için Can özel bir bebekti, dosyasına da” özel bebek” yazmışlardı. Beni hep “seni çingenelerden aldılar” diyerek büyüttüler, ben Can’a hep dedim ki, “Seni ben doğurdum, bak karnımdan çıktın”.
O çingeneden aldım diyenleri, leylek getirdi diyenleri keşke leylek kapsa, alsa götürse ☺

Yani keşkem yok, hiç yok!

Ben anne olduğumda etrafımdaki insanlar şimdiki zamanda anne olmanın daha kolay olduğundan bahsediyordu. Oysa şuan belki fiziksel olarak anne olmak daha kolay gibi görünse bile, zihnen anne olmak daha zor sanki. Eskiden; karnı tok, altı kuru, sırtı pek mantığı ile bakarken şimdilerde onu bekleyen hayatı, çocuğun özgüvenli olması için duyulan endişeleri, okul seçimini, onunla nasıl konuşmak gerektiğini bile düşünür durumdayız. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bunlar benim için Can doğduğu zamanda da geçerliydi. Ben 39 yaşındaydım Can’ı doğurduğum zaman. Can’dan sonra tekrar çocuk doğurmayı düşünmedim. Ancak bir süre sonra bir evlat edinme konusunu düşündüm. Sonra bunun doğru olmayacağına karar verdim, çünkü çocuklar büyüdükçe okul, eğitim gibi sorumluluklar da büyüyor. Şimdi doğuruyorlar 6-7-10 tane o çocuk bakmak olmuyor, çocuklar bir şekilde ortalıkta dolanıyorlar sadece. Yani “bir şekilde” olmuyor o işler.

Bu işler emek, emek vermeden olmuyor. Demin söylediğin gibi, altı kuru sırtı pek, hadi sal ortaya değil yani bu işler.
Nasıl bir insan olacak, ben ona ne vereceğim, o hayata ne verecek ? Birey olması için çabalamak lazım.
İşi bilmekte yetmiyor, işi bilmek hiç yetmiyor.

Bilmek daha mı zor acaba?

Berbat ! Berbat çünkü formüller tutmuyor. Diyorsun ki, bunu böyle yaparsam bu böyle olur. Yok işte öyle bir şey, çocuk çat farklı davranıyor, ondan sonra kalakalıyorsun. Onun için sakin olup çocuktan öğrenmek lazım biraz.

Sizin üslubunuz, yazılarınızdan bunu fark etmek çok mümkün, yani hem anne olarak, hem bir okuyucu olarak baktığımda, gelen maillerden ve yorumlardan da gördüğüm kadarı ile okuyana “ Evet birisi benim gibi hissediyor ve sanki şuan yanımda da kulağıma bir şekilde fısıldıyor” gibi hissettiriyor insana.

Benim gelen velilerime de ben biraz daha karikatürize ederek onların çocuklarla olan hayatını anlattığım için benzer tepkiler alıyorum. Her toplantıda mutlaka 1-2 kişi “Güvem hanım vallahi sanki dün gece bizim edeydiniz” diyor. Aslında bunlar hep yaşanmışlıktan çıkan şeyler. Yani senin başına gelen mutlaka benimde başıma geliyor, aynısı gelmese benzeri geliyor. Alınan dersler, yaşanılanlar bir bakış açısı, bir gözlemin sonucunda oluşuyor. Ve hepimiz bu süreçlerden geçiyoruz. Çocuklardan öğreniyoruz, o yüzden gözlemek çok önemli.
Okul öncesi eğitimini aldığımız sırada bize en çok söyledikleri şey buydu, susun ve gözleyin. Bizde annelere bak, kimse susmaz, kimse izlemez, herkes bağırır. Yapmasana çocuğum, etmesene çocuğum, gitmesene çocuğum, denize girme çocuğum… “Lanet olsun seninle geldiğim geziye”…
Ben yapmadım ama…  ( Can Bey sohbetimizde konuk olduğundan gülümsemesi ile katılıyor Güvem Hanım’ın verdiği cevaplara bu sırada. Güvem Hanım da oğlundan onay istiyor, “Yapmadım değil mi oğlum?” diyerek.)

Biz Can ile sabah çok erken Yeşilyurt Deniz Kulübü’ne gidiyorduk. Sabah 9’da havuzun kenarındayız, 11’de havuzdan çıkıyoruz. Can su ile çok içli dışlı olan bir çocuk değildi, başına kırmızı bir şapka takıyordum, havuzun kenarında oynuyordu, ben de şezlongda gazetemi veya kitabımı okuyordum. Çokta karışmak istemiyordum, oğlum havuza gir bak cıp cıp cıp diye, kendi haline bırakıyorum ama arada gazetemin kenarından bakıyorum kırmızı şapka orada tamam sorun yok.
Bir ara bir baktım, kırmızı şapka yok !
Düşmüş…!
Ve yüzükoyun, hiç kımıldamadan duruyor.. Atladım, silkeledim.. Başka anneler olsa çığlık çığlığa bağırır. Hiç bir şey olmadı. Oynayacak mısın dedim, evet dedi. Ve ben gazetemi aldım ve yerime geçtim.

Ben orada ciyak ciyak bağırsam, çocuğum ölüyor, çocuğum boğuluyor diye. Onun psikolojisini düşünebiliyor musun ?
Ve çoğu anne o havuzdan çıkar, eşyasını toplar ve bir daha da gelmezdi katil havuz diye.. Rahat bırakmak lazım çocukları, tabii ölmelerine izin vermeyeceğiz ama rahat bırakacağız.

Biraz da annenin yapısı ile ilgili galiba değil mi ?

Yapı ediniliyor. Sakin olmaya niyetlenirsen, sakin olursun. Sen anne olarak yol göstericisin, sıkıştığı yerde yardım isterse yardım edersin. Bırakacaksın deneyimlerinden öğrenecek, kimse kimsenin deneyiminden öğrenmez.

Acaba anne ve babaların çocuklarının hayatlarını çok fazla kontrol etmeye çalışmaları çocuklara nasıl yansıyor ?

Onlar özgüvensiz anne-babaların özgüvensiz çocukları oluveriyorlar işte. Uğraşacak başka işi olmayan annelerin çocukları oluyorlar. Anne illa bir işte çalışacak, kariyeri olacak diye bir şey yok. Ama uğraşacak bir işi bir meşguliyeti olmalı. Bir sürü dernek var, git onlardan bir tanesine gir ve çocuğu rahat bırak.
Şimdi çocuğu rahat bırak derken, demin bir tanesi şurada çıktı merdivenden, bende de böyle bir mesleki deformasyon var, müdahale etmeden duramayabiliyorum. Çocuğun elini yürüyen merdivende tutmuyor kadın, çocuk düşse vay haline. O kadar da değil elbette !

Güvem Hanım gurur kaynağınız bir eseriniz var. Biraz ondan bahsedelim mi? Güvem’ce desem bana neler söylersiniz?

Şimdi kitap… yazılar var her zaman var. Kitabın son sözüne de bile yazmaya devam ediyorum. Ancak yazıların kitaba dönüşmesi, Nurdan ile birlikte otururken bu yazıları bir derleyelim toparlayalım dedik. Ve bunun gelirini kızlar için kullanmak ve onlar için bir şeyler yapmak istediğimi söyledim. Zaten Banvit’in sosyal sorumluluk projelerinden bir tanesi kızlar. Bu oluşturmayı düşündüğümüz kitapta çocuklarla iletişim ama aslında bir iletişim kitabı. Dolayısı ile birbirine bağlantılı sayılır.
Sonra bu fikrimizi İlgi’ye söyledik, İlgi zaten ne zamandır basılmasını destekliyor ve üstelik raflarda görmek istiyordu. Ve bunu hayata geçirdik 1575 tane bir görelim diye bastık. Ve 2 ayda kitabı toparladık açıkçası. Biz kızlarımıza bursları Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği aracılığı ile veriyoruz. Kitabın geliri de bağış olarak Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışlıyoruz. Diyelim ki 10 tane kitap ısmarladın 150 TL, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği senin adına makbuz kesiyor, bağışta bulunmuş oluyorsun.
Herkes çocuklar için yapılan bu projeye çok fazla destek verdi. Sadece Güvem’in kitabı değil, Güvem bunu çocuklar için yaptı olarak anılan bir projedir bu.

Bizim 100 tane ilkokul kız öğrencimiz var. Biz bu çocuklarla ilkokul 1. Sınıfta başladık, hani 5’e kadar 1. Kademe dedik. 8 seneye çıktı bırakacak halimiz yok. 8 seneden sonrada bırakamıyoruz elbette. Okudukları yere kadar gidiyor bakalım ☺

Bunun gibi başka projeleriniz var mı? Hayalleriniz var mı ?

Hayalim olmasa öldüm demektir! ☺

Tabii mutlaka hayatla ilgili vardır ama, bir de şöyle bir şey yapabilsem dediğiniz, yapmak isterim ama nasıl olur acaba dediğiniz çocuklar ve onların yararına olan hayalleriniz var mı?

Şöyle bir şey söyleyeyim mi? Bu çok saçma gibi görünebilir ama, ben bu tip bir şeye hayallendiğim zaman onu mutlaka gerçekleştiririm.

Ne kadar güzel ne kadar şanslısınız…

Bu biraz şans birazda şöyle; hayallendikçe o yöne doğru çabalıyor ve oradaki algılarımı açıyorum. Onun içinde o iş gerçekleşmiş oluyor. O yöne doğru gidiyorum, algılarım onları görüyor ve onlar benim önüme çıkıyor. Onun için aman aman değil, bakalım hayat bir yerlere götürecek, bu çocuklarla gidiyoruz diyorum. Mesela bizim Batman’da da burs verdiğimiz 20 çocuğumuz var, Batman’a gidip geliyorum, o çocuklarla ilgileniyorum. 2 el eşya dükkanı var onları satıyoruz, çocuklara aktarıyoruz.
Yani proje her an her yerde var. Ayrıca bu konularda benim ilgilendiğimi bilen kim ne yardım isterse ben orada varım. Yine kadınlarla ilgili planlanan bir proje var, henüz plan aşamasında ancak olacağı zaman sana haber veririm zaten. Çocuklarla ilgilenince otomatikman kadınlar da işin içine girmiş oluyor.

Mesela, Kadına Karşı Şiddet, çocuklarla ilgili çalışıp nasıl Kadına Şiddet konusunda çalışma yapmaz veya duyarsız kalırsın? Asıl etkilenen, tamam dayağı yiyen kadın ama, ömrü billah o dayağın sonuçlarını yaşayan o çocuk. Evde anne dayak yediği zaman çocuklar genellikle yatağın altına saklanırlar veya kapının arkasına ve her zaman kulaklarını kapatırlar, gözlerini yumarlar. Ve cenin pozisyonunu alırlar. Yani bu dünyada olmak istemiyor, daha ne desin bu çocuk? “Acaba çocuk anladı mı?” derler… Ne anlatıyorsun sen, çocuk anladı, anlatıyor da sen anladın mı acaba ?…!

Okul Öncesi Eğitim’den bahsedince gündemdeki konudan bahsetmemek olmuyor. Bu konuda sizin ne düşündüğünüzü ben merak ediyorum açıkçası. Elbette bahsettiğim 4+4+4 konusu. Neler söylemek istersiniz bu konu ile ilgili ?

Türkiye’deki hekimler buna karşı, psikologlar karşı, pedagoglar karşı ve millet boşuna sokağa çıkmadı. Ama bunu anlayan, bilen reaksiyon gösterdi, ancak asıl kıyamet şimdi şimdi kopmaya başladı, okul açılınca daha çok kopacak. Veliler çocuklarını yollamak istemiyorlar, çünkü 5 yaşındaki bir çocuk okula hazır değildir.
5 yaşındaki bir çocuğun dilini ben anlarım, ilkokuldaki öğretmeni anlamaz. Ben de ilkokul öğretmenliğini yapamam. Ben nasıl onun yaptığını yapamazsam, biz öğretmen değiliz diyorsam, onlarda bizim yaptığımız işi yapamazlar. Bir de bu sene 5 yaşında ile 6’yı bitireni aynı sınıfa koyacak, bunun için ne dersliği var, ne öğretmeni var, eğiticisi var. Yok böyle bir şey. Çocuklar azıcık oyun oynayacaklarmış, azıcık eğitim alacaklarmış, azıcıkla olmuyor bu işler. Bu bir eğitim, bu bir nesli yok etmektir. Altını üstüne getirmektir.

Bu politik olarak yapıldı, hiç gerek yoktu buna. İmam Hatip okullarının orta sınıflarını açmak için yapıldı. Açsalardı direk, şimdiye kadar İmam Hatip vardı da, kimsenin gitmesine engel mi olundu, yooo… İsteyen İmam Hatip’e gidiyordu, kızlar İmam olamaz ama kızlar da gidiyordu.
Zaten üniversitelerde kat sayılar onlara göre ayarlandı. Nedir yani bu inatlar ?
Şimdi e-devlet ile çocukları okullara paylaştırdılar. Şimdi diyorlar ki vermek istemeyen aileler, gidip doktordan yapamayacağına dair rapor alsınlar. Doktorlar ve psikologlar dediler ki, “Biz zaten buna karşı olduğumuzu söyledik, şimdi bizim neden tekrar rapor vermemiz isteniyor ?” Bu kavga daha büyüyecek, daha şimdi tek tük devam ediyor.

Ama olan çocuklara olacak değil mi bu durumda ?

Ama yazık, yazık günah. Ve bir sürü veli yollamayacak. Küçük çocuklarda ay farkı vardır. 2 yaşına kadar ay ay fark eder. 3 aylık çocuk ile 6 aylık çocuk çok farklıdır, 8 aylık çocuk ile 12 aylık çocuk çok farklıdır. Diyeceksin ki arada 4 ay var, o 4 ayda inanılmaz bir atılım yapmıştır. Bir defa yürüyordur 12 aylık çocuk.
Şimdi burada da 5 ve 6 yaş arası 1 senedir. Ve o kadar fark vardır ki arada. Hatta senenin başında doğanlar ile sonuna doğru doğan arasında bile çok fark vardır.
İyi bir eğitim sistemi nasıl olur ? Sen bu çocukları 3 yaşından itibaren okul öncesi eğitime alırsın, 5-6 yaş civarı okul öncesi eğitim ile devam edip 6 yaşında belki başlarsın. Ama bu süreci geçtikten sonra. Türkiye sadece İstanbul, Ankara, İzmir’in belli bir kesimi değil. Türkiye’deki okul öncesi eğitimde rakamlaşma oranı o kadar düştü ki, buna yapılan yatırım da yok. Eee peki Van’daki çocukta girecek şimdi o sınıfa, nasıl olacak ? Ankara’nın köyündeki de gidecek, Şişli’deki de gidecek. Nasıl olacak bu, bir standartta getirmek lazım bunu.
İngiltere’ye gidiyorum orada arkadaşım var, oraya gittiğimde de ilgileniyorum bu işlerle tabii, eğitim sistemi ile falan. İskandinav ülkelerini hiç söylemiyorum bile. Ben bu eğitimi orada aldım, Norveç’e gittim okul öncesi eğitimi orada aldım. Bakıyorsun bilmem kaç sene önce neyse aynı sistem devam ediyor. Kimse değiştirmiyor, kimse oynatmıyor.
1999 yılında deprem olduğu sene, Beni Danimarka’dan çağırdılar. Oradaki iki Belediye birleşerek 18 okuldaki pedagoglarına, psikologlarına eğitim vermem için beni buldular ve çağırdılar. Çünkü aramışlar, taramışlar bulmuşlar, 30 sene önce bir Güvem vardı, Türkiye’den geldi, bizden eğitim aldı. Bizdeki Türk çocuklarını bizdeki eğitimi bildiği için kolay entegre edebilir demişler. Bizi anlatabilir diye beni buldular. Türkiye’de daha beni 40 senedir kimse tanımıyor, bulmadı. Haberleri bile yok.
Bak Norveç’tekiler beni buluyor, işte eğitim bu. Ve 30 sene sonra gidince gördüm ki, aynı her şey aynı. Sistem aynı. Değişmemiş derken yerinde mi duruyor, tabii ki gelişiyor. Ancak ana hatları ile aynı.
Ona göre de vasıflı insanlar. Bizde 8 yaşında ne olmak istediğini seçecekmiş, hadi oradan ! 20 yaşında üniversiteye giren adama sor ne olacağını bilmiyor.
En bilinçli yetişenlerden biri benim oğlum. İyi bir okul, iyi bir aile, iyi bir birey, ne okuyacaksın ne olacaksın oğlum dedim, “Hiç bir fikrim yok anne “ dedi. Hadi buyur bakalım ! Onun için “İşletmeye girmek istiyorum sonra ona bir yıldız takarım sonra” dedi. Benim oğlum bunu söyleyebildi, ben çünkü mimar ol, mühendis ol diye pompalamadığım için söyleyebildi.
Bizim çocuklar hiç bir enstrüman çalamazlar, anaları babaları gibi hiç bir hobileri yoktur. Sadece tombul kızları anneleri baleye gönderirler.
Bence eğitim sistemi bitmiştir, ancak onlarda çözümü arıyorlar.

Aileler sizce bu konuda ne yapabilirler?

Ses çıkartmak elbette. Okular başladığı gün bilinçli olanlar ayaklanacak bak göreceksin. Avrupa’nın da aynı olduğunu söylüyorlar ancak orada sistem o kadar farklı ki. Daha birinci sınıfta çocuklara el yazısı yazdırmaya başladılar. Biz Avrupa’yı her yeri geziyoruz, bakıyoruz diyorlar ama bu sadece ayakları gezdirmek ile olmuyor. Eğitim uzmanları ile bir konuş, bir danış, bir fikir al, yok!
Çocuklara günah!

Şimdi sizin yazılarınızı herkes okuyor, bizim okurlarımız okuyorlar, geri dönüşlerde de bulunuyorlar, çok güzel şeyler yazıyorlar. Bu yaptığımız röportajı da okuyacaklar elbette, eminim kendilerinden parça bulacaklar, bazılarına katılacaklar belki katılmayanlar olacak.
Sizin gibi düşünen, veya hani “Benim bir şey yapmam lazım çocuklar ile ilgili, sadece kendi çocuğum için değil, ama bu yanlış giden şeyleri görüyorum ve bir şeyler yapmam lazım “ diyen insanlara nasıl bir yol gösterebilirsiniz ? Sizinle irtibata mı geçmeliler, “Benim şöyle bir fikrim var, bunlarda bir şeyler yapmamız lazım” diyenler, kendi imkanları ile neler yapabilirler.
Okuyanlara bir yol gösterebilir misiniz?

Şimdi kadın çalışmalarının da içinde çok olduğum için demin söylediğim gibi, yani eğer çocuk ile çalışıyorsan, annesi ile de olmak zorundasın. Kadın çalışmalarının içinde de çok oldum. Kadınlardan ne yapabiliriz, ne edebiliriz’i de çok duydum. Kadınlar genelde, işte bu öğretilmiş çaresizlikle “Ben zaten bir şey yapamam, ben zaten bir şey yapmıyorum, ben zaten evdeyim, nereye gidebilirim ki canım, durumu kime anlatabilirim? “diyor ama kimsenin böyle bir şey söyleme lüksü yok aslında. Bir kere oradan bir çıkalım, kadınlar çok şey yapabilir.
Nitekim ben ne iş yapabilirim diyen kadınlara şunu söylüyorduk;
Berber olabilir misin? Çünkü kadınlar saç tarar saçı ile uğraşır,
Evet olabilirim,
Dikiş dikebilir misin?
Evet dikebilirim,
Peki yemek yapabilir misin?
Evet yapabilirim,
Çocuk bakabilir misin?
Evet yapabilirim,
Ütü yapabilir misin, temizlik yapabilir misin ?
Evet !

Biz böyle kara tahtaya yazdığımız zaman 15-20 tane şey çıkıyordu ve yapılacak işler çıkıyor. Bulaşıkçılık yapabilirler, 3 arkadaş toplanıp dükkan açabilirler, pasta, kek, yemek yapabilirler. Normalde yaptıkları bir çok şeyi işe çevirebilirler yani. Kadınlar kendilerini çaresiz sanıyorlar aslında hiç çaresiz değiller. Herkes önce kendi etrafına bakacak, kendi etrafından kendi mahallesinden başlayacaklar. Bakacak orada neye ihtiyaç var, mutlaka bir şeye ihtiyaç vardır.
Bir defa evden dışarı çıkacak, bu işler evde olmuyor. Mesela etrafında çocuklar için iyi bir oyun alanı var mı, yok mu? Alacak eline kağıt kalemi, komşuların kapısını çalacak, arkadaşlar çocuklarımıza güvenli bir oyun alanı istiyor muyuz, şu gün şu saatte belediyeye gidelim diyecek. Beraber! Bu çok önemli !

Veya çocuklardan dolayı hiç bir şey yapamıyorlar mı? 5 anne bir araya gelecek, bir gün çocuklara biri bakacak, bir gün diğeri bakacak. Diğerleri kendilerine zaman ayıracaklar. Saçını boyatacak, tırnağını yaptıracak, kendine bakacak. Bizim anneler ne kendilerine bakıyorlar ne çocuklarına. Yani bu saydıklarım hep iş ve hareket.

Çevrelerine baksınlar, hangi sivil toplum kuruluşu var. Ancak evde oturarak bu işler olmuyor. Sokağa çıkacaklar öyle yapacaklar. “Vallahi kendimi çocuğuma adadım”. Hadi canım sen tembelliğinden yapmıyorsun da çocuğun arkasına saklanıyorsun. Hiç bir çocukta emin ol büyüdüğünde sen beni kendine adamışsın demiyor. Veya kocadan sopa yiyor ve kocasına katlanarak ben senin için hayatımı hiçe saydım diyor. Çocuğunda hayatını yok etmiş oluyor.”

*Papatya Somer